Destanların tamamında adı geçer, on iki boyu birbirine bağlaması ile tanınır. Bilge, yol gösteren, birleştiren ve ozanlık görevlerini üstelenen kişidir. Dede Korkut’un hiçbir fiziksel kahramanlığından söz edilmez, çünkü o mistik görevlere sahip bir rehber niteliği taşımaktadır. Dede Korkut’un dualarının gücünün bahsi geçmesi, toplumun dinî/ruhanî rehberi olduğunu gösterir.
Dede Korkut bir ozandır. Ozanlar ozanı, bilge ozan olarak da tanınan Dede Korkut, bir tarihî şahsiyet, efsanevî bir kişilik ve Oğuz’un yaratıcısı olarak ismi geçer. “Dede” kelimesi burada kişinin bilgeç ve yaşlı olduğunu vurgulayan, halk işlerini denetleyen bir aksakallı olduğunu anlatır. Rüya motifini sıkça işleyen ve türkülerinde buna yer veren bir kişidir. Diğer ozanlarca saygı gören ve tarih boyunca saygı ile anılarak ölümsüzleştirilen, ozanların üstadı, kutsaldır. Yiğitlere zor kaldıkları durumlarda önderlik eden, toy ve meclislerce sözü geçen biri olarak karşımıza çıkar.
Ozan, aslı Moğolcadan gelen bir kelimedir. “Çok konuşan kimse” anlamına gelir, zamanla “saz şairi” mânâsını kazanmıştır. Ozanlar müzikleri aracılığı ile haber taşır, gezer ve anlatılar yaparlar. Türk edebiyatının ortaya çıkışı ile, bu kültürde ozanlar, kendine bir yer kazanmıştır. Ozanlar Oğuz kültürüne ait bir gruptur. Önemli sosyal etkinliklerde hikayeler söyleme, savaş sonlarında türkü söyleme, çocuk doğumunda isim verme gibi göreviyle yer alırlar. Ozanlık geleneğinin Selçukluklular boyunca devam edip Osmanlı’da dahi devam ettiğini görmekteyiz. Hatta günümüze daha yakın tarihlerde, aşıklık geleneğinin atasını olmuş ve tanıdığımız isimlerden Karacaoğlan, Yunus Emre, Köroğlu ve Aşık Veysel gibilerinin çıkmasına ortam yaratmıştır. Aşıklık geleneğine geçiş tarihi olarak 13. yüzyıl düşünülmektedir. Aşıkların yanında meddahlar da önemli ve ortak görevleri paylaşan bir gruptur. Ozanlar mitolojik unsurlardan da güç alırlar ve yerel destanların oluşturulmasında, gelecek nesillere aktarılması ve korunmasında önemli görev alırlar. Bugünde ise telefon, televizyon gibi haber kaynaklarının yaygınlaşmasının ardından ozanlık eski görevini kaybetmiş ve bir kültürel miras olarak bize kalmıştır.
Farklı kültürlerde de ozan kavramına rastlamak mümkündür. Çıkış noktasının Orta Asya civarı Türk toplulukları olduğu düşünülen ozanların, İngiliz bölgelerinde yaşamış Galler, İrlanda, Germen toplumlarda da örnekleri görülebilir. Elbette kültürün tek bir çıkış noktası olmadığını ve aynı tarihî olayların farklı coğrafyalarda farklı zamanlarda ortaya çıkmış olabileceğini unutmamak gerek.
Orta Asya’dan Karadeniz’e, Karadeniz’den Balkanlara uzanan yolculuğu ile ozanlık, Türkiye coğrafyasında ününü Dede Korkut ile kazanmıştır ve ozan kavramının temel araştırma kaynağı Dede Korkut anlatılarıdır. Türk toplumlarına “alp-ozan” olarak geçmesi, bize tekrardan toplumlarımızın ordu-millet anlayışının varlığını kanıtlar. Türklerin İslamiyet’e geçmesi ile birlikte bu anlatılar daha dinî bir tonu kazanmış ve sanatlarını icra etme biçimlerinde sözlü estetik olarak değişmiştir. Türk toplumlarında rastlanan bir önemli başlık da “kadın ozanlar”dır. Banu Çiçek, Selcen Hatun ve Deli Dumrul’un karısı da yeri geldiğinde kopuzu eline alıp dile döktükleri manzumlarla ihtiyacı olanlara yol gösteren önemli kişiler olmuşlardır.
Günümüzde yazılan hikayeler, oyunlar ve romanlarda da sıkça geçen bir terim olarak ozan, zaman geçmesine rağmen gördüğü rağbeti kaybetmemiş ve ününü korumuştur. Farklı Türk toplumlarında ozan: “bahşı” ve “gıjag” adlarıyla anılmaktadır.
Türk boylarınca farklı özelliklerde karşımıza çıkar. Her boyda kendi özgü biçimde şekillenirler. Bunun önemli sebepleri bulunmaktadır, biri ise ozanlık-aşıklık okullarıdır. Azerbaycan, Türkmenistan gibi topraklarda bu mektepler araştırılmıştır. Bu okullar yöreden yöreye çeşitlilik gösterse de, asıl sebepleri: coğrafî ve etnik konumları, eğlence âdetleri, ahalinin ilgilendiği işler ve yerli folklorun değişkenliğidir.